Translate

15 Mart 2017 Çarşamba

Runatolia 2017 Rüzgar Gibi Geçti...

Çocukluğumdan beri severim Mart aylarını...

Bir taraftan baharın gelişini müjdeler, diğer taraftan da "Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır." sözünü hatırlatır hep bana.

Bir bakıma Mart ayı fırtına ile sakinliğin, soğuk ile sıcağın, kar ile yağmurun, bulutlarla güneşin mücadelesinin adıdır.

Zıtlıkları bünyesinde barındırır, nihayetinde kış inatlaşmayı bırakır ve yerini cıvıl cıvıl kuş seslerine, ağaçların filiz sürmesine bırakır.

Şubat'tan Mart'a kışla baharın mücadelesini farklı veçheleriyle bende kendi içimde yaşadım. Fiziksel olarak olmasa da, zihinsel olarak epey yoruldum.

5 Mart 2017 Runatolia için neredeyse son bir ayda doğru düzgün hiç antreman yapamamıştım. Bir ara hazırlıksız katılmaktansa, Antalya'ya hiç gitmemeyi bile düşündüm.

Ancak, aylar öncesinde Runatolia'ya katılmaları için teşvik ettiğim ve kayıt olmalarına önayak olduğum arkadaşlarım vardı: Hitay Baran, Serhan Köseoğlu, İbrahim Tuşba, Recep Susur, Ömer Gültekin gibi...

Verdiğim bir sözün yerine getirilmesi, Runatolia'ya hazırlıksız katılmaktan çok daha önemli diye düşündüm ve 2 Mart akşamı minik valizimi hazırladım.

3 Mart yani Cuma günü akşamı eşim Zehra saat 22.40 civarında beni Ege Maraton Spor Kulübü'nün buluşma noktası olan Kültürpark Lozan Kapısı'nın karşısına bıraktı.

Kulüp arkadaşlarımın önemli bir kısmı alana gelmişti. Yeni üyelerimiz İbrahim Tuşba ve Recep Susur'la hasbihal ettik. Dernek Başkanımız Ahmet Sırrı Eke, Ender Sert, Hüseyin Polat, Ali Dağ, Bülent Karakaya, Hasan İşbilen, Necip Yavuz, Erkan Öz, Veli Yurdakul, Yusuf Ayanoğlu, Zülfigar Abbas Demir...

Sonra Hitay Baran, ardından da en son  Hande Nilay geldi bisikletiyle.

Saat 23.00'ü ne kadar geçti bilmiyorum, otobüs istikamet Antalya yola çıktı.

Gece saat 02.00'ye kadar Hitay ile epey bir muhabbet ettik, ne kadar çok konuşacak şeyimiz varmış.

S biçiminde otobüs koltuğunda kıvrılmaya çalıştım ve birkaç saat uyumuşum, rüya bile gördüm.

Molada az bir çorba, sonra yola ve uykuya devam. Sabah daha 06.30 civarında Khan Otel'in önündeydik. Ben pek hissetmedim ama ne acelesi vardıysa, şoförümüz basmış gaza. Erkenden geldik.

Valizler lobide, biz sabah kahvaltısını bekledik. Beklerken, Hitay'ı yine kendisi gibi şehir plancısı olan Nur ile tanıştırdım. Kısa süre içinde İzmir Fuar alanı ve Odamızın yeni binasından başlamak üzere şehrin tüm planlamasına el attılar.

Kahvaltı sonrasında koşu malzemelerini almak üzere TerraCity'ye yaya olarak gitmeye karar verdik.

Mesafe 7 km'ye yakındı. 4 Mart'ta Antalya'nın da kurtuluş etkinlikleri varmış. Atlı polisler önde, okçular, öğrenci ve çeşitli folklor ekipleri arkada olmak üzere konvoyu seyrettik.

Yol üstünde Atatürk Müzesi'ni ziyaret ettik. İçeride birkaç görevli vardı ama herhalde kendi başımızın çaresine bakarız diye düşünmüş olacaklar ki, bize rehberlik yapma ihtiyacı duymadılar. :)

Başkumandan ve Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ümüzün pek çok fotoğrafı, yemek masası, yatak
odası ve kişisel eşyaları vardı. Benim en çok ilgimi çeken demir, kağıt para  ve pul koleksiyonu oldu.

Eski paraları görünce, tarihte yolculuk yapıyor gibi hissettim.

Bir süre sonra, ekibe iki arkadaş daha dahil oldu. Tanıştık. İsimleri Tolga Tay ve Yücel Arslan.

Yücel, ultra koşulara katılan bir arkadaştı, Tolga ise 10 km yarışına katılacaktı ancak sohbetimizden bir spor geçmişi olduğunu anlamıştım. TerraCity'e varıncaya kadar doğa ve denizin buluşma noktalarında bol bol fotoğraf çektik.

TerraCity'nin girişinde,  başka bir otelde kalan Ender, Ali Osman ve eşi Türkan  ile karşılaştık. Hasret giderdik.

Girişte Adidas, kendine göre yeni bir tanıtım ve reklam yöntemi bulmuş. Koşuya katılacak sporculara katılacak kategorilere (10k, 21k, 42k)  göre kaç km koşacağını tahmin etmelerini istiyorlar. Bu tahmini board'a yazıyorsunuz ve eğer tahmininizdeki gibi koşarsanız size bir Adidas tişört veriyorlarmış.

Ben de yazdım. 2 saat 3 dakika diye, ustam Ali Osman da aynısını yazdı. Tuttursak bile, bitişteki o hengamede bizi nasıl bulacaklar o ayrı bir konu ama eğlenceli bir iş. TerraCity'ye vardığımızda, Hitay ile birlikte kendimizin ve ertesi gün sabah Antalya'ya gelecek olan Serhan Köseoğlu'nun ve  Alihan Ergun'un da koşu çantalarını aldık. 

Hitay, öğleden sonra denize girelim dedi. Ben de, o da mayo almamıştık yanımıza. Diğer arkadaşlardan ayrıldık ve Boyner'den iki mayo aldık. Benim hiç gidesim yoktu, belki ertesi gün lazım olur diye yine de aldım. 

Öğleyin makarna partisi başladı. Bir tabak soğuk, bir tabak sıcak makarna aldım. Bu arada, sosyal medyadan arkadaşım olan Ayşegül Değirmencioğlu Yılmaz ile karşılaştım. Wings for Life'dan, onun okulunda yaptığı ve yapmak istediği çalışmalardan konuştuk. Ayşegül Hanım, sadece koşmuyor, doğrudan amaca hizmet eden projeler ile sporu optimum noktada birleştiriyor.

Arkadaşlar, denize gitmek için acele ediyorlardı. Altı kişi bir taksiye cümbür cemaat doluştuk ve Khan otele doğru yola çıktık. Ancak, Runatolia maratonu yüzünden ana güzergahlar bugünden tutulmuş yada birgün önceden önlem alınıyor. Taksi şoförü biraz trafikten dert yanıyor ama metre metre ilerleyerek nihayet Khan Otele geliyoruz. Odaya girdiğimizde üzerime öyle bir ağırlık çöktü ki Hitay'a;

-Sen arkadaşlarla git. Eğer ben denize gidersem, yarına koşacak enerjim kalmaz.
-Tabii, tabi Birol. Ben sezon açılışını yapayım. Akşam görüşürüz.
-Koşudan sonra, belki yarın birlikte gireriz.

Hitay, arkadaşlarla denize gitti. Bense 2-3 saat deliksiz uyumuşum.

Akşam yemeğinin ardından yine bizim gezgin ekiple Kaleiçi'nde bir restoran-cafe benzeri bir yere gittik. Denizde iyi eğlenmişler, ballandıra ballandıra onu anlattılar. Herkes kendine göre anılarını anlattı, biraz da geyik muhabbeti. Çok geç kalmamamız gerekiyordu, zira ertesi günü koşu vardı.

Dönüşte sabah yemek ve enerji depolamak için muz aradık. Ama her yer kapanmıştı. Bir tekel bayiine uğradık önünde portakal, patates vs. vardı.

-Abi, muz var mı? diye sorduk.
-Tabi, tabi var.

Doğru derin dondurucuya yöneldi ve kapağını açtı.

Hepimiz şaşkın şaşkın birbirimize bakmaya başladık.

Acaba, adamcağız, muzları derin dondurucuda mı tutuyordu?

Muz yerine bir kalıp buz çıkardı. Bizde makaralar boşaldı, herkes kahkahaya boğuldu.

Durumun farkına varan, tekel bayinin sahibi amca da gülmeye başladı.

Otele geldiğimizde, Hitay ile koşucuların geleneksel törenine başladık.

Hem kendimizin hem de emanet koşu çantalarının tişörtlerini ve çiplerini hazırladık, fotoğraflarını çekip facebook'a yükledik. Dışarıdan bakan bir kişi için anlamsız gibi gözükse de,  koşucular için özel bir anlamı var bu merasimin.

Asker koğuşlarını hatırlatırcasına, sabah 06.00'da tam tekmil hepimiz ayaktayız.

Sabah hafif bir kahvaltı, Ege Maraton'dan arkadaşlarla sohbet ve fotolar, yaya bir şekilde koşu toplanma bölgesi olan cam piramide doğru hareket. Yolda takım elbiseli koşuculara rastlıyoruz.

Onlar da hem yarışa gidiyor, hem de mini bir antreman yapıyor. Veli abi, fotoğrafçılıkta tabletini konuşturuyor.

Koşu alanına gelince gece otobüsle gelen Serhan'la buluşuyoruz ve çantasını teslim ediyorum. Koşudan yarım saat önce Alihan geliyor ve ona da emanetini veriyorum. İşin en eğlenceli ve heyecanlı kısmı, son yarım saat. Dakikaları sayıyoruz.

Binlerce insan, o tabanca sesini bekliyor. Beklerken de canlı yayınlar, fotoğraflar, su arayanlar. Yerli ve yabancı bir dünya insan güzel bir amaç için bir araya gelmiş ve hoş bir tablo oluşturmuş.

Start'a birkaç dakika kala koşucular ilerlemeye başladı. Başlangıç atışını duymadım, bir anda Start noktasına gelmişim. Hemen saatin düğmesine bastım ve koşmaya başladım. Çıkışta biraz kalabalık vardı, önümdeki insanları geçinceye kadar epey bir çaba harcadım.


Başlangıçta tempomu orta seviyede tutmaya çalıştım. İlk 5 km'yi ortalama 5.14 tempo ile 26 dk 8 sn'de tamamladım. Güzergahın ilk 5 km'sini geçen yıldan biliyordum ve genelde yumuşak iniş ve çıkışlar vardı. İlk 10 km'de tempoyu 5.30'un üzerine çıkarmamaya odaklanmıştım. Konyaaltı caddesinin sağında, solunda, apartmanların camlarından insanlar koşucuları seyrediyor ve alkış tutuyorlardı.

10. km'yi 52 dk 32 sn'de tamamlamıştım ve bu 05.15'lik bir tempoya karşılık geliyordu ki beklediğimden de iyi bir sonuçtu. Lara caddesinde henüz Mado'ya varmadan 21k dönüşü vardı. Dönüşte tempom biraz düşse bile 21k'yı 2 saatte bitirebileceğime iyice inanmıştım.

Bu kez de 06.00 temponun üzerine çıkmamaya çalıştım. Bu ısrarımı 16. km'ye kadar ancak sürdürebildim, zira gelirken yerçekimi ile mücadelemde yanımda olan inişler, bu kez yokuş olarak karşımda duruyor ve nabzımın yükselmesine neden oluyordu. Dönüşte Ali Osman'ı, Ahmet Başkanımızı, Ali Dağ'ı ve Dilek Kurt'u gördüm.

Son birkaç km'de Serhan Köseoğlu bana yetişti. Bir iki km birlikte koştuk. Onun
performansı daha iyiydi, ilerledi, benim tempo ise 06.00'nın biraz üzerinde gezinmeye başladı. Nihayet son 1 km Falez Otelin arkasındaki parkın içinden geçiyordu. Yol dar ve koşucuların yanyana ilerlemesi oldukça zordu. Parkurun burada bitmesi yeşillik içinde olması açısından güzel, ama dar bir alanda koşuluyor olması da dezavantajdı.

Finish'e ellerim havada girdim, saatim süreyi 1 saat 59 dakika 42 sn olarak gösteriyordu. Bu benim için tarihi bir rekordu, çünkü en son İzmir'de 9 Eylül Yarı Maratonu'nda 02 saat 11 dk da koşmuştum.

Madalyamı aldım ve yiyecek reyonlarının olduğu alana doğru ilerledim. Hitay'ı telefonla aradım ve Cam Piramid'e yakın bir noktada buluştuk. Ardından emanetteki çantaları aldık.

Bizim koşu ekibi çimenlerin üzerinde biraraya geldik, soğuma hareketlerinden sonra hedef Kaleiçi'ndeki plaj olmak üzere yola çıktık. Yolda maraton koşanlara alkış tuttuk, moral olsun diye tezahürat yaptık. Epeyce bir yoldan sonra denize girdik. Su soğuktu, kendimi suya bıraktığımda "cossss" diye bir ses. Bir önceki gün denize giren arkadaşlarımız bile suyun bugün daha soğuk olduğunu söylüyordu. 15-20 dk sonra ben çıktım, bir 10 dk kadar sonra da ekibin tamamı hazırlanıp otelin yolunu tutmuştuk.

Otele geldiğimizde yarı maraton koşan Zeynel Murat Batur'un yarışın son 500 metresinde kalp krizi geçirerek öldüğünü öğrendik. 112 acil servisi müdahale etmiş ancak kurtaramamış. Çok üzüldük. Kendisine Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır ve baş sağlığı diliyorum.

Bu olayı duyunca, son 5 km'de yükselen nabzımı ve nasıl tempomu düşürmeye çalıştığımı hatırladım. Kimin nerede ve ne zaman Hakkın rahmetine kavuşacağı belli değil. Ama hangi sporu yaparsak yapalım, mutlaka rutin doktor kontrollerini aksatmamak gerekiyor.

Ege Maraton Spor Kulübü ailesi olarak biz her yıl Eylül ayında toplu olarak detaylı bir check-up'tan geçiyoruz. Sporla uğraşanların mutlaka ve hatta uğraşmayanların bile yılda en az bir kez doktor kontrolünden geçmesi gerekiyor.

Koşuyu ve tüm spor dallarını sağlığımızı korumak ve zinde kalmak için yapmalıyız, yoksa sağlığımızdan ve yaşamımızdan olmak için değil. Bütün bu yaşananlardan ders almamız gerekir diye düşünüyorum. Bol hareketli, barış içinde, sağlıklı, huzurlu, başarılı ve güzel günler diliyorum.

3 yorum:

  1. Teşekkür ederim. Adidas tişört alamadık. Nitekim, ben 02:03 yazmıştım. 01:59 oldu yani tutmadı. Hoş tutsa da nasıl bulurduk bilmiyorum ama hoş bir anı oldu.

    YanıtlaSil
  2. Tebrikler arkadaşım; hem yazı hem kişisel rekorun için. (Günnur)

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil