Bizim apartmanda kaloriferler yanmaya başlayalı henüz haftasını doldurmadı. Ama, kış "ben geldim, haberiniz ola" dercesine öbek öbek bulutlarıyla İzmir'in üstünde gövde gösterisi yapıyor.
İnciraltı Kent Ormanı'nda bir hafta sonra yapılacak 38.
İstanbul Maratonu 15K yarışının son antremanını yapıyorum.
Antremana Ender, Ali Osman ve Veli abi ile beraber gittik.
Bir süre sonra Ersin ve Ömür de yürüyüşe geldi.
İki yıllık koşu
tecrübem bana birşey öğretmişti. Yarıştan önceki hafta yaptığım antremanda
hangi skoru elde edersem, olağanüstü birşey olmadığı sürece, yarışın resmi
sonucu antremandaki süre +-%5 oluyordu.
Birlikte koşuya gelmiştik ama herkesin antremandan beklediği
farklıydı. 5K, 8K ve 15K gibi.
Ben bu tecrübemi test etmek için 15K için yola çıktım,
neredeyse yarış temposuyla sonlarda biraz zorlansam da amacıma ulaştım. 15K
antremanı bittiğinde saat süreyi 1 saat 24 dk 36 sn olarak
gösteriyordu.
Zordu ama Wings for Life'daki yarış süresine göre bu 6
dk'lık iyileşme demekti. Bu da yorgunluğumu almaya yetti.
Peki bizim senaryo İstanbul'da da tekerrür edecek miydi?
Bunu bir hafta sonra ancak test edebilecektim.
Pazar günü Ege Maraton Spor Kulübümüzün Kültürpark'ta aile
fotoğrafı çekim günüydü. Mehmet'imi de yüzme kursuna götüreceğim için erkenden
buluşma noktasındaydık. Yeşillikler içinde, Atamızın önünde tekli, ikili çoklu
ve toplu olarak onlarca foroğraf çekildik. Geleceğin triatloncusu Mehmet'im
daha şimdiden Ege Maraton ailesinde tanındı ve kulüp fotoğrafçımız oldu. 😀
Sayılı gün çabuk geçti. 12 Kasım sabahı Eşim Zehra (Allah
ondan razı olsun) her zaman olduğu gibi beni ve Nuret abiyi Adnan Menderes Hava
Limanıı'na tam vaktinde bıraktı. Hava Limanında Ender Sert ve Mehmet Aydıngör
ile buluştuk.
Bekleme salonunda
Mehmet, Kenya ve diğer yurtdışı koşu anılarını öyle keyifle anlatıyor, biz de
pür dikkat dinliyor, yorumlarda bulunuyorduk. Herşey çok güzeldi. Ta ki
"Pegasus İstanbul yolcuları için son çağrıdır" anonsuna kadar. Uçağı
kaçırmamak için öyle hızlı koştuk ki, o hız yarışta olsa belki derece bile
gelirdi. 🏃
İstanbul'a ayak basar basmaz, metro ile Maraton Fuarı'nın
yapıldığı Aslı Çakır Alptekin Spor Salonu'nun yolunu tuttuk, uzak değildi, 3.
durakta indik. Ancak, indikten sonra epey bir yürüdük. Herkes koşucu olduğu
için kimseden şikayet namına hiçbir hareket yok.
Fuar girişindeki
afişlerden, bu yılki koşunun temasının 15 Temmuz Şehitleri olduğunu
anlamıştım. Allah ülkemize bir daha
böyle acılar yaşatmasın. 15 Temmuz'un
üzerinden henüz 4 ay bile geçmemişti ve acılar çok tazeydi. Bu duygular içinde,
maraton fuarını gezmeye başladık.
İstanbul Maraton Fuarı
yanılmıyorsam Türkiye'de bu alandaki en büyük fuar. Öncelikle, kendi
koşu malzemelerimi ve sonra arkadaşlarımın (Hitay Baran, Serhan Köseoğlu,
Mustafa Tetik ve Sinem Kurtural ) emanet çantalarını aldım. Garmin, Nike
standlarını ve birkaç maraton standını ziyaret ettim. Nike standında koşu için
verilen tişörtü isminiz ve seçtiğniz görseller ile özelleştiriyorlardı. Hatta
Nike uygulaması olanlara bedava. Ben de tişörtüme ismimi yazdırdım, fena da
olmadı. Sonra doğal yaşamı koruma derneğinin standına gittim. Çok sayıda hayvan
dostlarımızla fotoğramız oldu. Öğleyin makarna partisinde Arbella' nın iki
tabak makarnasını, 2 muz ve su ile karbonhidrat yüklemesini tamamladık.
Yine metro, marmaray derken Sultan Ahmet'deki Yaşmak
Otelimize geldik. Dernek Başkanımız Ahmet abi Kulübümüzün tişörtlerinden
getirmiş. Bir tane aldım, çok da güzel
yakıştı.
Otelde bu kez Ender ile aynı odayı paylaşacaktık. Biraz
dinlendikten sonra Nuret abinin önerisiyle Sultan II. Mahmut'un türbesini
ziyarete gittik. Türbenin olduğu alanda pek çok paşanın ve devletin önde
gelenlerinin kabirleri vardı. Onlarla birlikte büyük şair ve yazar Ziya
Gökalp'in kabri başında
da bir Fatiha okuduk.
Akşam ev yemekleri yapan bir lokantaya gittik. Ertesi gün
koşu olduğu için mide için sürpriz olabilecek yemeklerden kaçınmaya çalıştık.
Ardından sokak içinde küçük bir cafe'de çay ve kahve.
Sonra otele geldik.
Koşuya teşvik edip İstanbul'a sürüklediğim 4 arkadaş vardı. Hitay Cuma'dan
gelmiş, bir arkadaşında kalıyor, maç seyretmek gibi bir hobisi olduğundan bize
takılmamıştı. İlk defa bir yarışa katılacaktı ve malzemeler bendeydi. Telefonla
görüştük, sabah erkenden bizim otele gelecekti. Serhan ise Cumartesi çalıştığı
için gece otobüsle gelecek ve yarışın başlangıç noktası olan 15 Temmuz Şehitler
Köprüsü'nün Asya ayağında buluşacaktık. Sinem ise eşi, kızı ve kuzeni Mustafa
ile birlikte gelmiş ve bizim otele 100 m mesafedeki Olimpiyat Otel'de
kalıyordu. Koşu malzemelerinin olduğu çantayı otellerinin lobisine götürdüm.
Tabii, bu onların da ilk yarışı olduğundan çipi vs nasıl kullanacaklarını
bilmiyorlardı. Birlikte çipi ve göğüs numaralarını hazırladık. Ben de sanki
yıllardır koşuyormuşum gibi koşu öncesinde, esnasında ve sonrasında ne
yapmaları gerektiğine dair taktikler veriyordum. Koşu da böyle askerlik gibi üç
gün önce gelen bot bağlamasını öğretiyor. :))
Erkenden yattık ve
erkenden kalktık. 10-15 dk geçmemişti ki, Hitay aradı. Maraton nedeniyle pek
çok güzergahın kapalı olduğunu, yağmur yağdığını, taksiyle geldiğini ve oteli
nasıl bulacağınu soruyordu. Özet bir tarif ve ardından Whatsup ile konum
bilgisi gönderdim. 06.30 civarında Hitay da geldi. Ender, Hitay ve Ege
Maraton'dan pek çok arkadaşla birlikte kahvaltımızı yaptık. Bizim otelin
lobisine Sinem ve Mustafa da geldi. Dışarıda ise yağmur bastırmıştı, ancak
yağmur değil, kar da yağsa hepimiz azimliydik, bu kadar yolu boşuna gelmedik,
koşacaktık.
Yağmurlukları ve şapkalarınızı giyip Sultan Ahmet'den kalkacak
otobüslere doğru yola çıktık. Ali Osman, Ender, Hitay, Sinem ve Mustafa. Son üç
arkadaş ilk defa katıldıkları bu yarış
şanslarına yağmurla başlayacaktı. Hiç şikayet etmediler, hatta yağmur
eğlence konusu bile oldu. Katılanları gözlemlediğimde 2015 ile 2016 arasında
göze çarpan en büyük fark yabancı sporcu katılımının az olmasıydı. Bunda hiç
kuşkusuz terör saldırılarının ve 15 Temmuz'un büyük etkisi olmuştu.
Birkaç otobüs sonra sıra bize geldi ve kalabalıkla birlikte
otobüsün içinde bulduk kendimizi.
Yarım saat civarında bir yolculuğun ardından, başlangıç
buluşma noktasına vardık. Yeni katılan arkadaşlarımız 10k koşacaktı, start
noktaları farklıydı ve ayrıldık. 15k
koşacak Serhan Köseoğlu ise epey erken gelmiş başlangıç noktasına, üşümüş ve
acıkmıştı. Getirdiğim çantadan, muz, çikolata ve küçük birkaç yiyecek birşey
yedi ve daha bir canlandı. Çantalarımızı emanet otobüsüne teslim ettik ve
Serhan ile ısınma turu yaptık. Bu arada yağmur kesilmiş ve hafiften bir rüzgar
başlamıştı. Fotoğraflar, canlı yayın vs derken start atışı yapıldı.
Önümde en az 1000 kişi vardı. Start noktasına kadar hiç
acele etmedim. Zira, yarış başlamış olsa da, benim bireysel sürem start
noktasını geçince başlayacaktı. Start noktasına gelince koşmaya başladım ama
sel gibi insan dolu önüm. Hızlısı, yavaşı, selfi çekenleri hepsi önde. Biraz
sinirlerim bozuldu ama takmamaya karar verdim. Ya bir yol bulacaktım, yada bir
yol açacaktım!
Köprünün Avrupa'ya
doğru tırmanan kısmında aradığımı gökte ararken yerde buldum. Elindeki balonda
05.00 yazan Nike'ın Pacer'ını gördüm. Bir gün önce fuarda bu pacer'ların ne işe
yaradığını öğrenmiştim. Bu kişiler profesyonel koşucu ancak önceden kararlaştırılan
sabit hızla koşan ve yarışa tempo katan kişilerdi. 05.00 pacer'ı bir bayan ve
iki erkek koşucudan oluşuyordu. Köprüyü geçtikten sonra balon direğe takılıp
koptu ve kayboldu. Ama ben tişörtlerinin renginden tanımıştım bir kere. 5-6 km
peşlerini bırakmadım. Hatta Yıldız Teknik Üniversitesi kampüsünden Beşiktaş'a
doğru inişte 04.32, 04.53 pace'leri gördüm. Sonra baktım ki, benim nabız daha
fazla bu tempoyu götürmeyecek takibi bıraktım. Ama epey yol katetmiştim, işe
yaradı.
Eminönü köprüsüne kadar 05.30 pace'in altında kalmayı
başardım. Son 4-5 km de zaman zaman 05.39'a kadar çıksa da, Finish'i brütte 1
saat 21 dk 42 sn de tamamlamıştım. Bu nette ise 1 saat 20 dk demekti ve
neredeyse 05.20'lik bir pace'e karşılık geliyordu. Bu da şu ana kadar olan en iyi
tempomdu.
Bir hafta önce İnciraltı Kent Ormanı'nda yaptığım antremandaki skoru %5 iyileştirmiştim. Senaryonun doğru çalıştığı bir kez daha test edilmiş oldu.
Bir hafta önce İnciraltı Kent Ormanı'nda yaptığım antremandaki skoru %5 iyileştirmiştim. Senaryonun doğru çalıştığı bir kez daha test edilmiş oldu.
Finish'te madalyamı
ve İstanbul Spor A.Ş'nin Finisher'lara verdiği tişörtü aldım. Emanet otobüsünden
sabah bıraktığımız çantaları almaya gittik. Maalesef uluslararası bir
organizasyona yakışmayacak bir aksaklıkla karşılaştık. Otobüsteki görevli o
kadar süre içinde çantaları göğüs numaralarına göre hazırlayıp her koşucuya
teslim etmek yerine, otobüsün dışına çıkarmış ve çantaları yığmıştı. Tam bir
kargaşa, neredeyse 30 dk boyunca çanta
aradık. Sonuçta bulduk ama sinirlerimiz altüst oldu. Elbette binlerce insanın
katıldığı böyle bir organizasyonu yönetmek kolay değil. Bu durumu organizasyon
firmasına da yazdım. Yanıt vermediler ama umarım gelecek yıl dikkate alırlar.
Yoksa, güzelim organizasyonun bireysel hatalar yüzünden imajında büyük oyuklar
oluşacak.
Uçağımız akşam 22.50 de idi. Epey vakit vardı. A.Ü Siyasal Bilgilerden sınıf arkadaşım Müzeyyen'i
aradım, o da Sefer'i. Buluşma noktamız saat 14.00'da Beşiktaş Deniz Müzesi
olacaktı. Ender, maratonu bitiren kulüp arkadaşlarımızı desteklemeye gitti,
bense Beşiktaş Deniz müzesine nasıl gideceğimi Google amcadan öğrendim. Maraton
devam ettiğinden bütün ana yollar trafiğe kapalıydı. Hatta karşıya Marmaray
bile çalışmıyordu. Geriye bana tek bir yol kaldı. Tabanlara kuvvet. Sabah
koştuğum yolu bu kez tersinden yürümeye başladım. Koşarken hiç de
farketmediğim, Eminönü köprüsünün üstündeki balıkçıları, duvarlara
yerleştirilmiş içbükey aynaları, halk koşusu finish stantlarını, Vodafone
Arena'yı ve en son da Deniz Müzesi'ni gördüm. Saat 14.00 bile olmadan buluşma
noktasına gelmiştim. 18-20 yaşlarında kendilerine hippi görüntüsü vermiş 5-6
genç meydanda akrobatik gösteriler yapıyordu. Kendi sayılarınca etraflarında
seyircileri de vardı, ben de izlemeye daldım. Hallerinden yeni öğrendikleri
belliydi. Birkaç hareket sonra birisi düşüyor, daha usta olanı nasıl yapacağını
tekrar tekrar gösteriyordu.
İnsanlar etrafa piknik yapar gibi yayılmış ama yine de fazla
ciddilerdi. Bizim İzmir'de olsa daha fazla gülen, sarılan ve hatta gerekli,
gereksiz gülen bi dünya insan olurdu diye düşündüm. Ne de olsa burası payitaht
ciddi olmak lazım herhalde deyip ordan meydandaki tekel bayi-cafe karışımı bir
mekanda bir süre daha oturdum.
Sonra telefonum
çaldı, arayan Müzeyyen idi. En son 28 Mayıs'ta Ankara'da 94 mezunları
buluşmasında görüşmüştük 22 yıl aradan sonra. Hoşbeş faslından sonra
çocuklardan, işten ve Sefer'in nerde kaldığından konuştuk. Yarım saat rötarla
Sefer de arabasıyla Beşiktaş sokaklarında slalom yaparak bizi bulabildi. Yemek
yenebilecek birkaç yere deneme yaptık, ya otopark dolu yada geçişlerde sorun
var. İstanbul'un trafiğinden epey bir nasibimizi aldık ve yaklaşık 1,5 saat
sonra Sarıyer'deki Emirgan Sütiş'in yakınına bir yere park edebildik arabayı.
Restoran, deniz ve boğaz manzaralı, temiz bir mekan. Koşudan
sonra muz, çikolata vs atıştırmıştım. Ama geçen zamanda da oldukça acıkmıştım.
Menü geldi, ben köfte ve ayran istedim. Müzeyyen ve Sefer daha hafif bir menü
tercih etti. Köftenin herbiri nazar değmesin epey hacimliymiş. İki saate yakın oturduk. Sınıf
arkadaşlarımızın nerelerde olduğundan, sınıf olarak bir daha ve daha geniş
katılımlı olarak ne zaman biraraya gelebileceğimizden bahsettik. Whatsup'tan
bir foto paylaşınca sınıf arkadaşlarımızın da yorumları peşpeşe gelmeye
başlamıştı.
Yürüyüşten, spordan, koşudan ve erken kalkmaktan konuşurken,
ben 100 yaşında maraton koşma hedefimden bahsettim. Hindistan'da 100 yaşında
bir kişinin 18. maratonunu koştuğunu ve benim de bu hayali gerçekleştirmemem
için bir neden olmadığını söyledim.
Sefer bana;
-O zamana kadar yaşayacak mıyız bakalım?
-Ya yaşarsam!
-İnşallah yaparsın...
Müzeyyen de, Sefer de yüzüme birşey demedi ama gözlerinden
"kafayı syırmış bizim arkadaş" diye düşündüklerini hissediyordum.
Ama olsun, gerçekleşmese bile hayali yeterdi bana.
Saat 18.00'e geliyordu ve İstanbul'un trafiğine de güven
olmazdı. Asya'dan Avrupa yakasına geçip, otelden eşyaları alıp Atatürk
Havalimanına gitmem lazımdı.
Kalktık, arabaya kadar sahilden yürüdük. Sefer beni ve
Müzeyyen'i Taksim'de bıraktı. Müzeyyen'i eşi alacaktı, bense Füniküler ile
Kabataş'a, ordan da metrobüs ile Sultan Ahmet'e gidecektim. Taksim de vedalaştık. Sefer'in arabasının
ışıkları karanlıkta gökte kayan yıldızlar gibi gözden kayboldu, Müzeyyen de eşini
bekleyeceği alışveriş merkezine gitti.
Bana Füniküler'e bineceğimi söylediler ama tren mi? Otobüs
mü ne olduğunu pek anlamamıştım. Tren istasyonu durağından inince
yönlendirmelerden çok çabuk buldum
Füniküler denen aracı. Sanki yerin dibine doğru giden garip ve büyükçe
bir asansör! Ne olduğunu anlamadan Kabataş'a vardım. Sonra metrobüs ile Sultan
Ahmet'e. Otelde beklerken Ege
Maraton'dan Serkan Lemay ile koşu sporunu derinlemesine tahlil eden bir sohbet
gerçekleştirdik. Onun da saati geldi ve ayrıldı.
Yalnız başıma lobide koltukta otururken, geçen yıl yine
İstanbul'a geldiğim ve ilk resmi yarışımı (10k) burada koştuğum aklıma geldi.
Zaman ne de çabuk
geçmişti. O günden bugüne pek çok yarışa katılmış, performansım artmış, 6
Eylül'deki İzmir Yarı Maratonu'nu 02.11'de bitirerek yarı maraton fobimi de
tarihe gömmüştüm.
38. Vodafone İstanbul Maratonu kendi çalışmam kadar Nike
Pacer'larının da lokomotif etkisi sayesinde beklediğimden daha da iyi
sonuçlanmıştı.
Ege Maraton'daki arkadaşlarım artık tam maraton koşmam
gerektiğini söylüyorlar. Ama ben ona henüz hazır olduğumu düşünmüyorum. Zaten
şunun şurasında 100 yaşına 56 yıl kaldı. Eğer Allah izin verir de yaşarsam,
maraton hazırlığı için yeterince zaman var gibi görünüyor. Aceleye gerek yok.
Sabahları yarım saat koşu yetiyor da, artıyor bile.
Herkesin koşması şart değil, o biraz da sevme, uykudan ve
yapabileceğiniz alternatif faaliyetlerden fedakarlık işi. Ancak, Dünya Sağlık
Örgütü sağlıklı bir birey olmak için haftada 5 gün en az yarımşar saat yürüyüş
öneriyor.
Yaşam kronometresinin nerede duracağını bilmiyoruz, iyi ki
de bilmiyoruz. Belki Finish noktasını değiştiremeyiz ama o ana kadar yaşam
kalitemizi daha iyi hale getirmek bizim elimizde.
Başka bir yazıda buluşmak üzere, hareketli, sağlıklı ve
mutlu kalın.