Translate

25 Eylül 2016 Pazar

Necdet Öğretmenim...

1980'li yılların tam başında, ilkokul birinci sınıfta tanıştım Necdet Öğretmenimle...

Uzun boylu, siyah saçları, sevecen ve insana güven veren bir ses tonu vardı.

Yer, Manisa Demirci'ye bağlı Hırkalı Köyü ilkokulu...

Rakımı yüksek bir yerleşim yeri. Kışları oldukça sert geçer, kardan ve buzdan yürümek oldukça zorlaşırdı.

Çeşme önü daha bir kaygan olur, düşenlere güler, daha gülmemiz bitmeden biz de düşerdik.

İlkokulun 2 dersliği, bir öğretmen lojmanı ve bir müdür odası vardı.

Bir, iki ve üçüncü sınıflar bir derslikte, dördüncü ve beşinci sınıflar da bir derslikte okuyordu.

Derslik sayımız azdı, ama futbol, güreş, ip atlama, salıngaç, yakar topu ve 23 nisan şenlikleri için çam ağaçlarıyla kaplı yeterince geniş bir okul bahçemiz vardı.

Kış ayları okul bahçesi tamamen karla kaplanır, okulumuzun hademesi Mehmet Ali dayı odunla sobaları yakmaya çalışırken, bizler dışarıda kardan adam yapar, ellerimizi hissetmeyinceye kadar kar topu oynardık.

İlk öğretmenim Necdet Hocam, bizlerle kar topu oynar, kar üzerinde güreş tutardı.

Benim boyum oldukça küçüktü, 20'li yaşlardaki öğretmenimin bacağına yapışıp onu yere yatırmaya çalışırdım. O da herhalde sevindirmek için düşmüş gibi kendini yere atar, ben de yenmişizcesine dakikalarca sevinirdim.

Necdet öğretmenim, maddi durumu yeterli olmayan öğrenciler için kendi cebinden defter alır, çalışmaları için onları yüreklendirir, davranışlarıyla ve yaptıklarıyla öğrencilerin sadece zihninde değil, gönlüne de taht kurardı.

Şimdi düşünüyorum bunu nasıl başarıyordu diye...

O da Demirci'nin Rahmanlar köyündendi. 1980 öncesinde, ülke olarak bir cente muhtaç olduğumuz, Demirel'in "petrol vardı da biz mi içtik?" dediği dönemlerde kim bilir ne zorluklar içinde okumuştu.

Bu yaşadıkları, onu özellikle kendisiyle aynı kaderi paylaşan köy çocuklarıyla daha farklı bir diyalog geliştirmesini ve empati yapmasını sağlamıştı.

Nedeni ne olursa olsun, 36 yıl önce yaptıkları daha dün gibi zihnimde tüm tazeliğini koruyorsa, sadece kalbimize girmemiş, aynı zamanda iyiliği ve kadirşinaslığı gönlümüze kazımış demektir.

Necdet öğretmenimle birlikte ablası Gülşen öğretmen, daha sonra, Musa, Nihat, Muammer ve Nuray öğretmenlerimiz derslerimize girdi. Hepsi bizim vatanımız ve milletimiz için hayırlı ve yararlı bireyler olmamız için çalıştılar.

Hepsine aileleriyle birlikte hayırlı, sağlıklı, huzur dolu ve gönüllerince bir yaşam diliyorum.

Daha sonra, ortaokul, lise, üniversite derken, hayat gailesinden pek görüşemez olduk.

İzmir'de işe başladıktan sonra birkaç kez Necdet Hocamın nerede olduğunu araştırdım. Demirci Halk Eğitim'de çalıştığını söylediler, gittim ama görüşme fırsatımız olmadı.

İki sene kadar önce Salihli'de bir düğünde Gülşen Hocam ile karşılaştım. Ondan Necdet Hocamın telefonunu aldım. Emekli olmuştu ve Salihli'de yaşıyordu.

Telefonda görüştük, sonra face'de bağlantı kurduk. Fırsat bulup ben öğretmenimin ziyaretine gideyim derken, Mehmet'imin sünnet düğünü yaklaştı.

Necdet Hocamı düğünümüze telefonla davet ettim. Annesinin rahatsız olduğunu, durumu iyileşir ve emanet edebileceği birisi olursa mutlaka gelmek istediğini söyledi.

O kadar sevindim ki, dünyalar benim oldu. Aradan çok zaman geçse de, yılların karşılıklı sevgi ve muhabbetimizi eksiltemediğini düşündüm.

Gelse de, gelemese de böyle düşünmesi düğün telaşının tüm yorgunluğunu üzerimden aldı ve yeniden enerjiyle dolup var gücümle çalışmaya başladım.

Düğün günü misafirleri karşılarken, uzun boylu, saçlarına kır düşmüş ve biraz da sesi kısılmış olan öğretmenim eşiyle birlikte karşımdaydı.

Elini öptüm, sarıldık, hasret giderdik. Ailemizin oturduğu ana masaya aldım. Düğünde bana oğlu, Mehmet'e ise torunu gibi davrandı. Oyun oynadı, alkış tuttu. Saçlarına düşen kırların, bir tanesi bile gönlüne düşmemişti.

Necdet Hocam, annesine çok düşkündü. Annesi Fadime teyze, hem hastaydı hem de yaşlanmıştı.

Necdet Hocamın, götürmediği hastane, göstermediği doktor kalmamıştı. Ama gül yüzlü, altın kalpli ve pamuk elli Fadime teyzeyi Allah daha çok seviyordu, mübarek bir günde, Cuma günü yanına aldı.

Her yaşta ölüm, ölen yakınları için erken geliyor.  Ben de rahmetli anne ve babamda aynı duyguları yaşadım. Ama ilahi takdir!  Hepimiz için istisnasız son durak...

Şimdi Necdet öğretmenimin yanında olma ve güç verme zamanı... Merhume Fadime teyze için dua zamanı...Şimdi Demirci'ye gitme zamanı...

Allah kabrini cennet eylesin Fadime teyze. Senin yaptığın iyilikler, geride bıraktığın hayırlı evlatların senin sevap hanene yazılsın. Onların yetiştirdiği nesillerin duaları ruhuna erişsin, Peygamber efendimizin (sav) komşusu olasın.

9 Eylül 2016 Cuma

Dokuz Eylül 4. İzmir Yarı Maratonu: 2016

2015 Eylül ayı koşu serüvenimin miladını oluşturmuştu.

O tarihe kadar hobilerim ağırlıklı olarak bisiklet ve yürüyüştü.

Şu anda ismini hatırlamadığım bir gazetede; yarış tarihinden birkaç gün önce Dokuz Eylül Yarı Maratonu ile ilgili bir haber okumuştum.

İnternette araştırdığımda yarışmanın http://www.dokuzeylulyarimaratonu.com isminde bir Web Sitesi olduğunu öğrendim ve site üzerinden hemen kaydımı yaptırmıştım.

Yarışa katılma kararı aldığımda 21 km koşamayacağımı biliyordum ama sırf o yarış ortamında bulunur, yarısını koşar sonra da İnciraltı’ndan otobüse atlar eve giderim diye düşünmüştüm.

Metro ile  Konak’a geldim.

Konak’ta hızlı adımlarla ilerleyen koşu kıyafetleriyle giden birisini görmüştüm.

Durdurdum ve;

-9 Eylül Maratonu nerede başlıyor biliyor musun?

-Ben de yarışa gidiyorum. Gel beraber gidelim..

Cumhuriyet Meydanı’na doğru yürürken bu kişinin adının Ali Osman olduğunu öğrendim.

Benim yarış numaram bile yoktu, meğer bir gün önce Bornova’da makarna partisinde dağıtılmış.

Yarış Cumhuriyet meydanında start alacaktı.

Neyse Büyükşehir Belediyesi görevlilerinden rica etmiş,  göğüs numarasını almış, ancak koşu tişörtünü alamamıştım.

Yarış 09.00 civarında start almıştı, neredeyse hiç antremansız katıldığım yarışın ilk 10 km’sini çoğunu koşarak zaman zaman da yürüyerek İnciraltı’na vardım.

Tam dönüş noktasında arkama baktığımda daha yüzlerce insan olduğunu görmüş ve buraya kadar geldiğime göre geri de dönebilirim diye düşünmüştüm.

Gel gör ki, iş geldiğim gibi olmadı. Hava iyice ısındı ve sıcaklık neredeyse 35-36 derece civarındaydı.

Koşmak bir tarafa yürürken bile epey zorlanmış, yolda çimenleri sulayan Belediye görevlisinden bizi ıslatmasını bile istemiştik.

Ayaklarıma sanki 10’ar kiloluk kum torbası bağlamış gibi ağır hissediyor, yerden sanki sökerek ayağımı kaldırıyordum.

Yarışı tam 2 saat 47 dakikada tamamlamış, listeye giremesem de madalya, tost, meyve suyu, muz ve çantayı almış ve kendimi çimenlere atmıştım.

Kendi kendime sen kim, 21 km koşmak kim? diye soruyor, bir daha tövbe diyordum.

Bu koşudan sonra, küçük yarışmaları bir tarafa bırakırsak, çoğunlukla hep 10km yarışlarına katıldım. O günden bugüne;

·        15 Kasım 2015 İstanbul Avrasya Maratonu 10k,

·        6 Mart 2016 Antalya Runatolia Maratonu 10k

·        17 Nisan 2016 Global Bodrum Run 10k

·        8 Mayıs 2016 Wings for Life World Run İzmir Ayağı 15k

·        15 Mayıs 2016 19 Mayıs Koşusu 10k

 5 adet resmi yarışa katılmıştım.

Wings for Life World Run İzmir ayağında 15 km’yi 1 saat 30 dakika da koşunca, koşu mesafesini uzatabileceğime dair bir his geldi içime.

Ama yine de emin değildim. 3. İzmir Yarı Maratonu’nun fobisini henüz üzerimden atamamıştım.

Bir ara Ege Maraton’daki Davut Yıldırım abinin ekibiyle birlikte, onlar Mercedes, bense Renault 9 modunda  Kültürpark da 16 km kadar koşabilmiştim.

Antremanlarda Ege Maraton’dan Soli Özel, Ali Osman Şapçı ve Ender Sert arkadaşlarım, yeterli antremanımın olduğunu ve  İzmir Yarı Maratonu’nu koşabileceğimi söylediler.

Gerçi kendim emin olamamakla birlikte, yarıştan yaklaşık bir ay önce 14 Ağustos 2016 tarihinde Fuar’da bir 21k denemesi yapmaya karar verdim.

Tempodan ziyade 21k’yı yürümeden bitirmeyi istiyordum. Pace’in (Pace: Bir km’nin kaç dakikada koşulduğunu gösteren bir koşu terimi)  ortalamasını 06.30 civarında tutmaya çalıştım.

Son 3-4 km’ye kadar planladığım gibi zorlanmadan gitti. Ancak, 17. ve 18. Km’den sonra epey yoruldum. Hızı biraz daha düşürdüm.

Enerjimi sonuna kadar kullanıp 21k’yi 06:37 pace ile 02 saat 20 dakikada bitirebildim.

Bu geçen yıl yürüyerek bitirdiğim İzmir Yarı Maratonu’na göre 27 dakikalık bir iyileşme demekti.

Acaba artık 2016 İzmir Yarı Maratonu’nu koşabilir miydim?

Fuar tartan pistti, yarışılacak alan ise asfalttı. Bu hızımı, daha da düşürecek bir dezavantajdı.

Ama beni asıl endişelendiren sıcaklıktı. Eğer 35 derecenin üzerinde bir sıcaklık olursa, geçen yılki kabusu bir daha yaşamak istemiyordum. Bu yüzden de katılıp katılmamak arasında çok gittim geldim.

Yarıştan önceki hafta, internetten hava durumuna  baktım. Yarış günü havanın 32 derece civarında olacağını söylüyordu.

Ender, yarışmanın geçen yıla göre bir saat öne alındığını ve saat 08.00’de başlayacağını söyledi.

Bu haberi duyunca çok sevindim. Nitekim, bu durumda sabahın erken saatlerinde hava daha da serin olabilirdi.

Bu haber üzerine, internetten girip hemen yarışa kaydımı yaptırdım.


Yarıştan bir gün önce, Fuar’da 8 km kadar bir fartlek (hız oyunu=yavaş-hızlı değişimli koşu) yaptım. Koşu sonunda, yeni spor ayakkabılarıyla  Ömür ve eşi Özlem de yürüyüşe geldiler.

Birlikte 3 km kadar yürüdük ve ardından bir cafe’de birlikte çay içtik.

Cumartesi akşamı; bir gün sonrası için şort, ayakkabı, tişört vs. tüm hazırlıklarımı yaptım. Sabah koşudan önce enerji vermesi için, Adem’in önerisi üzerine pazardan muz aldım.

Akşam erken yatıp, sabah erken kalktım. Sabah hafif bir kahvaltı ve muz takviyesinin ardından, akşamdan hazır olan çantayı alıp, otoparkta arabanın kontağını çevirdim.

Arabada acaba bu yarışta süre hedefi ne olmalı? Diye düşünüyordum.

Kesinlikle 02:20’nin üstüne çıkmamalıydım. Yarış ve grup psikolojisi ile 5 dakika daha süreyi azaltabilir ve 02:15 olabilir diye düşünüyordum.

Arabayı Ticaret Odası’nın önüne park ettim.  Üstümdeki normal tişörtü çıkartıp, Koruncuk Vakfı Ege Maraton’un atlet tipi tişörtünü giydim.

Koşu alanına geldiğimde, Ali Osman’ı aramaya başladım, keza benim göğüs numarasını bir gün önce Bornova’daki Maraton Fuarı’ndan o alacaktı.

Telefon ettim açmadı. Neyse nasıl olsa gelir diye etrafı kolaçan etmeye başladım.

Koşu camiasından tanıdığım pek çok dostumu orada gördüm. Kimisiyle konuştuk, sohbet ettik, kimisiyle selfi fotoğraflar çektik.

Kimler yoktu ki?
Ahmet Sırrı Eke, Ender Sert, Mehmet Aydıngör, İsmail Adıgüzeloğlu, Svetlana Shepelava, Murat Kaya, Hande Nilay, Dilek Kurt, Adem Öztürk, Veli Yurdakul, Davut Yıldırım, Bülent Karakaya, Zülfikar Abbas Demir, Necip Yavuz, Nuret Çalıcı, Serhan Yalçın ve daha pek çok arkadaş…

Nihayet Ali Osman’ı buldum. Göğüs numaramı aldım.

Start zamanına 15-20 dk kalmıştı.

9 Eylül anısına, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, tüm şehitlerimiz ve gazilerimiz için 1 dakikalık saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nı söyledik hep birlikte.

Saatimi hedef olarak mesafe olarak 21k ve zaman hedefi olarak 02 saat 15 dakikayı tanımladım.

Tabancadan gelen “çaaat” sesiyle, profesyonel koşucular önden fırladı.

Start noktasından geçince ben de, grupla birlikte hızlandım.

 İlk kilometreyi 05:32, ikinci kilometreyi 05:43 pace ile tamamladım.

Ancak, kendi kendime bu hız güzel ama bu şekilde, 21k’yı tamamlayamayabilirim diye düşünüp tempoyu biraz düşürdüm.

Ortalama pace’i mümkün olduğunca 05:50 civarında tutmaya çalıştım.

İlk 3-4 km’yi Ender ve Zülfikar ile birlikte koştuk.

Koşarken birkaç selfie bile çektik.

Koşu güzergahı Cumhuriyet Meydanı’nından İnciraltı’na doğru olan Kordon Boyu’nda yolun deniz tarafındaki gidiş yolu araç trafiğine kapatılmıştı.

Bizler koşarken, bazı vatandaşlar alkış yapıyor, yaşlı nineler göz yaşlarını siliyordu.

Yolun sol tarafı çift yön haline getirilmiş, gelip giden araçlar korna basarak kendilerince alkış yapıyordu.

İlk su istasyonunu pas geçtim.  İkincisinden bir su aldım ve birkaç yudumdan sonra fırlattım attım.

İnciraltı girişine geldiğimde, Kenyalı ve Etiyopyalı kardeşlerimiz polis eskortu eşliğinde tam bir deve kuşu adımlarıyla hızla yanımdan roket gibi geçtiler.

O zaman ben daha 8. Km’ye gelmemiştim bile. Muhtemelen onlar 14. veya 15. Km’yi koşuyorlardı.

Levent Marina, Engelliler Parkı, Kent Ormanı derken nihayet dönüş noktasına gelmiş ve 10,5 km’yi tamamlamıştım.

Geçen yılki durumum aklıma geldi birden, kendime;

   -Birol sakın yürüme, yavaş da olsa koşmaya devam! diye komut verdim.

 Hızı 06:10-06:30 civarına düşürdüm.

Hava çok sıcak değildi. Muhtemelen 23-25 derece civarındaydı ve bu açıdan şanslıydım.

Belediye, koşucuların serinlemesi için yola fıskiyeler kurmuştu.

İki tanesinin altından geçtim.

Su istasyonundan aldığım sudan iki yudum aldım, gerisini şapkamın içine doldurup, giydim.

Tam bir serinlik!

Yine son 3 km’ye geldim. Aslında sona doğru biraz hızlanayım diyordum ama olmadı.

Tam tersine 06:40’lara kadar düştü.

Saatim başlangıçta; yarı maratonu 02 saat 05 dakika civarında tamamlayacağımı tahmin ederken, şimdi 02 saat 09 dakika olabileceğini söylüyordu.

Son km’de bir gayret 06:37 olmuştu.













Finish noktasına geldiğimde saat 02 saat 11 dakikayı gösteriyordu.


Bu 02: 15’in altındaydı ve benim için bir rekordu.

Cumhuriyet meydanında yavaş yavaş yürüyerek nabzımı düşürmeye çalıştım, biraz normale dönünce Belediye’nin ikmal aracından içinde tişört, muz, meyvasuyu, tost ve madalyanın olduğu hediye çantayı alıyorum.


Bir süre sonra; Ender ve Ali Osman ile buluştuk. Karşılaştığımız arkadaşlarla bol bol fotoğraf çektirdik.

Wings for Life’ın Türkiye Bayanlar Birincisi Svetlana beni eşi Murat Kaya ile tanıştırdı.

Bir süre sohbet ettik. Ben de genç arkadaşımız Serhan’ı onlarla tanıştırdım.

Sonuç olarak; 2015 yılında 9 Eylül 3. İzmir Yarı Maratonu’nda yaşadığım kabusu ve fobiyi, 2016 yılındaki 4. İzmir Yarı Maratonu’nda 02:11:27’lik bir skorla yendim. Bu tecrübeyle, bir kez daha insanın yeterli hazırlığı ve antremanı varsa yapamayacağı hiçbir işin olmadığını öğrenmiş oldum.

13 Kasım 2016 tarihinde İstanbul’da İstanbul Maratonu var. Allah izin verirse Asya ile Avrupa’yı bağlayan Boğaz köprüsünden koşarak ikinci kez geçeceğim. İstanbul’da 10k, 15k ve 42k’da koşacak tüm arkadaşlara sağlıklı, güzel ve başarılı bir koşu diliyorum.